Technology, Society and Historical Change
Castells anlatımında bilgi teknolojilerinin (information technologies) ABD'de askeri
kararlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya çıkmış olduğunu belirterek, rönesans Avrupası, Çin,
Japonya gibi ülkelerin teknolojiye ilişkin tarihlerinden örnekler vermiştir. Buradan yola çıkarak da teknoljik gelişimin ilgili ülkede yer alan dönemin hakim bürokratik ve kapitalist
güçlerinin konuya bakış açısına göre değişim gösterdiğini
anlatmıştır. Halihazırdaki teknolojik devrimin? (IT/ICT) tarih boyunca
gerçekleşmiş olan devrimlerinden çok farkının olmadığını ve günümüzde aynı
güçlerin kapitalizmi yeni araçlarla yapılandırdıklarına değinmiş, günümüzde oluşan yeni toplumun (“bilgi toplumu” ?) aslında kapitalizmin
ülkeden ülkeye değişen yeniden yapılanma, bilginin yayılması
sürecinin bir eseri olduğunu vurgulamıştır.
Castells dünya çapında birçok farklı formda yeni bir sosyal yapının ortaya
çıktığını bunlar arasındaki varyasyon farklarının kapitalizmin aşamalarındaki kültürel ve tarihsel farklılıklardan kaynaklandığını, yeni sosyal yapının yeni
gelişme biçimleri, “informationalizm” ve yeni kapitalist üretim biçimleri
incelenerek anlaşılacağına değinmiştir. Oluşmakta olan yeni toplumsal yapının
birçok farklı formdan oluştuğunu, ve bu farklılığın nedenlerini de kapitalizmin ülkeden
ülkeye farklı varyasyonlarının olmasına yormuştur.
Üretim biçimlerini, üretimin sosyal ve yapısal bağlamlarda incelenmesi
gerektiğini vurgulamıştır, argümanlarını desteklemek için yapısalcılık sonrası
akımlara başvurarak Foucault'un gücün kurumsal doğasına ilişkin yapmış olduğu
yorumlarını kullanmıştır. Ancak Foucault gücün doğasını anlatırken gücün doğasını, yapılardan topluma difüze olacağı şekilde açıklamışsa da burada Castells'in yapısalcılık sonrası okuması
sıkıntılıdır. Şöyle ki; Castells yeni teknolojilerin yapılara düffüzyonundan söz etmektedir, bu teknolojinin yapıları değiştreceğini ve yeniliğin topluma diffüze olacağını iddia etmiştir, hatta bu
iddiayi daha da ileri götürüp bu diffüzyonun yeni bir toplum yaratacağını
söylemiştir. Ne var ki Foucault ve yapısalcılık sonrası çözümleme ile ilgilenen
düşünürler güç ve güç yapılarını birlikte inceleyerek gücün doğasını
güç-yapıları üzerinden çözmektedirler. Ancak bilgi teknolojilerinin
güç-yapıları içerisindeki uygulamalarına bakıldığında bu teknolojilerin getirmiş olduğu yenilik
unsurlarının güç tarafından seçime tabii tutularak var olan yapılarla eritildiği – yapıların
güncellenmesi - geriye sadece “yeni güç yapıları” kaldığı bilinmelidir. Durum bu şekilde yorumlandığında - yapısalcılık
sonrası akımına atıf yaparak - aslında anlamın – [teknolojinin getirdiği değiştirici yenilik unsuru (Castells’in iddia
ettiği gibi özgürlük getirecek olan, yeni toplumu yaratacak olan) da
diyebiliriz] - yok olmuş olduğunu söyleyebiliriz, geriye kalan sadece yenilenmiş kurumsal yapılardır - güç yapıları,
kapitalist yapıları, vs.- Başka bir yapısalcılık sonrası eleştiriyi Capurro’nun “On the
Genealogy of Information” adlı makalesinde dikey ve yatay iletişimin yapılarına
getirdiği eleştirilerde de görmek mümkündür.
Informationalism and capitalist
perestroika
Castells, “informationalist
kapitalizim” kavramını ortaya atmaktadır, günümüzde kapitalizmin küresel
ölçekte kendisini yeninden yapılandırırken topluluklarının/toplumların ve sosyo-ekonomik yapıların bu sürece dahil edildiğinin altını çizmiştir. Toplumlar
içerisindeki sosyal münasebetlerinin ve yaşayan formların gelişme ve üretim
biçimleri ile doğrudan ilişkilerinin olduğuna değinmiştir.
The Self in the Informational
Society
Kimliğin sosyal bir
aktörün kendini anlaması, kendi anlamını çevresinde gördüğü ve öğrendiği
özellikler(attributes) arasından yaptığı seçimler ve bu seçimler dışında kalan
özelliklerin dışlanması şeklinde oluşturduğunu belirtmiştir. Gelişmekte olan iletişim
teknolojilerinin sanal topluluklar yaratıyor, farklı insanların ve kültürlerin
birbirleri ile iletişime geçme şansını tanıyor olmasına rağmen bu durumun yeni
kimliklerin ortaya çıkmasına neden olmadığını, aksine küreselleşme ile kimlik
arasındaki mesafenin her geçen gün daha da açılmakta olduğunun altını
çizmiştir. Bireyin kendisini her geçen gün daha da yalnız hissetmeye başlamış
olduğunu, benliğin kendisini kaybetme aşamasına geldiğini vurgulamıştır.
Avrupa'da yaşanan kimlik krizine değinmiş, Avrupalı milletlerin küreselleşme
içerisinde kimliklerinin gitgide silikleştiği hissine kapıldıklarını bunun da
Avrupa toplumlarında ırkçılık ve yabancı düşmanlığının artması sonucunu
doğurduğunu ifade etmiştir.