28 Ekim 2013 Pazartesi

Castells - The Rise of The Network Society

Technology, Society and Historical Change

Castells anlatımında bilgi teknolojilerinin (information technologies) ABD'de askeri kararlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya çıkmış olduğunu belirterek, rönesans Avrupası, Çin, Japonya gibi ülkelerin teknolojiye ilişkin tarihlerinden örnekler vermiştir. Buradan yola çıkarak da teknoljik gelişimin ilgili ülkede yer alan dönemin hakim bürokratik ve kapitalist güçlerinin konuya bakış açısına göre değişim gösterdiğini anlatmıştır. Halihazırdaki teknolojik devrimin? (IT/ICT) tarih boyunca gerçekleşmiş olan devrimlerinden çok farkının olmadığını ve günümüzde aynı güçlerin kapitalizmi yeni araçlarla yapılandırdıklarına değinmiş, günümüzde oluşan yeni toplumun (“bilgi toplumu” ?) aslında kapitalizmin ülkeden ülkeye değişen yeniden yapılanma, bilginin yayılması sürecinin bir eseri olduğunu vurgulamıştır. 

Castells dünya çapında birçok farklı formda yeni bir sosyal yapının ortaya çıktığını bunlar arasındaki varyasyon farklarının kapitalizmin aşamalarındaki kültürel ve tarihsel farklılıklardan kaynaklandığını, yeni sosyal yapının yeni gelişme biçimleri, “informationalizm” ve yeni kapitalist üretim biçimleri incelenerek anlaşılacağına değinmiştir. Oluşmakta olan yeni toplumsal yapının birçok farklı formdan oluştuğunu, ve bu farklılığın nedenlerini de kapitalizmin ülkeden ülkeye farklı varyasyonlarının olmasına yormuştur.

Üretim biçimlerini, üretimin sosyal ve yapısal bağlamlarda incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır, argümanlarını desteklemek için yapısalcılık sonrası akımlara başvurarak Foucault'un gücün kurumsal doğasına ilişkin yapmış olduğu yorumlarını kullanmıştır. Ancak Foucault gücün doğasını anlatırken gücün doğasını, yapılardan topluma difüze olacağı şekilde açıklamışsa da burada Castells'in yapısalcılık sonrası okuması sıkıntılıdır. Şöyle ki; Castells yeni teknolojilerin yapılara  düffüzyonundan söz etmektedir, bu teknolojinin yapıları değiştreceğini ve yeniliğin topluma diffüze olacağını iddia etmiştir, hatta bu iddiayi daha da ileri götürüp bu diffüzyonun yeni bir toplum yaratacağını söylemiştir. Ne var ki Foucault ve yapısalcılık sonrası çözümleme ile ilgilenen düşünürler güç ve güç yapılarını birlikte inceleyerek gücün doğasını güç-yapıları üzerinden çözmektedirler.  Ancak  bilgi teknolojilerinin güç-yapıları içerisindeki uygulamalarına bakıldığında bu  teknolojilerin getirmiş olduğu yenilik unsurlarının güç tarafından seçime tabii tutularak var olan  yapılarla eritildiği – yapıların güncellenmesi - geriye sadece “yeni güç yapıları” kaldığı bilinmelidir. Durum bu şekilde yorumlandığında - yapısalcılık sonrası akımına atıf yaparak - aslında anlamın – [teknolojinin getirdiği değiştirici yenilik unsuru (Castells’in iddia ettiği gibi özgürlük getirecek olan, yeni toplumu yaratacak olan) da diyebiliriz] - yok olmuş olduğunu söyleyebiliriz, geriye kalan sadece yenilenmiş kurumsal yapılardır - güç yapıları, kapitalist yapıları, vs.-  Başka bir yapısalcılık sonrası eleştiriyi Capurro’nun “On the Genealogy of Information” adlı makalesinde dikey ve yatay iletişimin  yapılarına getirdiği eleştirilerde de görmek mümkündür.

Informationalism  and  capitalist  perestroika
Castells, “informationalist kapitalizim” kavramını ortaya atmaktadır, günümüzde kapitalizmin küresel ölçekte kendisini yeninden yapılandırırken topluluklarının/toplumların ve sosyo-ekonomik yapıların bu sürece dahil edildiğinin altını çizmiştir. Toplumlar içerisindeki sosyal münasebetlerinin ve yaşayan formların gelişme ve üretim biçimleri ile doğrudan ilişkilerinin olduğuna değinmiştir. 
The  Self  in  the  Informational  Society 


Kimliğin sosyal bir aktörün kendini anlaması, kendi anlamını çevresinde gördüğü ve öğrendiği özellikler(attributes) arasından yaptığı seçimler ve bu seçimler dışında kalan özelliklerin dışlanması şeklinde oluşturduğunu belirtmiştir. Gelişmekte olan iletişim teknolojilerinin sanal topluluklar yaratıyor, farklı insanların ve kültürlerin birbirleri ile iletişime geçme şansını tanıyor olmasına rağmen bu durumun yeni kimliklerin ortaya çıkmasına neden olmadığını, aksine küreselleşme ile kimlik arasındaki mesafenin her geçen gün daha da açılmakta olduğunun altını çizmiştir. Bireyin kendisini her geçen gün daha da yalnız hissetmeye başlamış olduğunu, benliğin kendisini kaybetme aşamasına geldiğini vurgulamıştır. Avrupa'da yaşanan kimlik krizine değinmiş, Avrupalı milletlerin küreselleşme içerisinde kimliklerinin gitgide silikleştiği hissine kapıldıklarını bunun da Avrupa toplumlarında ırkçılık ve yabancı düşmanlığının artması sonucunu doğurduğunu ifade etmiştir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder